🦙 Atatürk Ün Ağaç Sevgisi Hikayesi
HastaneÖnünde İncir Ağacı Türküsünün Hikayesi. Hastane Önünde İncir Ağacı Türküsünün Hikayesi. Türkünün Hikâyesi Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez.
Atatürkİlkeleri. ATATÜRK'ÜN KENDİ İFADESİYLE İLKELERİNİN TANIMI. I.TEMEL İLKELER. 1. Cumhuriyetçilik: Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924) Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933) Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir
ÇırağanCaddesi’ndeki 112 çınar ağacı, kansere yakalandıkları iddiasıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kesildi. Tepki çeken olay akıllara, Mustafa Kemal Atatürk’ün 92 yıl önce çınar ağacı için gösterdiği hassasiyeti getirdi. İşte Atatürk ve uğruna köşkü yerinden taşıdığı çınar ağacının hikayesi
Atatürkçocukları çok severdi. Bir çok çocuğu evlat edinmiş ve çocuklara bayram hediye etmiştir. Atatürk’ün çocuk sevgisi ile ilgili hikayeyi okuyunuz. Atatürk’ün Çocuk Sevgisi İle İlgili Hikaye. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk çocukları
İlimizdeamblemlere konu olan Sakarya Köprününün şaşırtan hikayesi.. Aynalıkavak yazılarında Fahri Tuna yazıyor.. Deprem uzmanı Prof.Dr.Ahmet Ercan, "Deprem, Allah'ın insanlara en büyük lütfudur; depremin olduğu yerde nehirler, çaylar, dereler olur (bizde Sakarya, Mudurnu, Dinsiz, Çark vs. var), depremin olduğu yerde ovalar
3867 TL. Satın alımınızı artırın. İlknur Güntürk'ün Kalıpçı'dan Yalova'daki yürüyen köşkün hikayesi! 1929 yazında İstanbul'dan Bursa'ya giden Atatürk, Yalova. açıklarında sahilde gördüğü kocaman, yeşil mi yeşil çınar ağacından çok etkilenmiş ve yanına bir
İŞTEO TABANCANIN HİKAYESİ. Yalçın tabancanın hikayesini A Haber'e anlattı: Bandırma Gemi Müzemizin en önemli eseri Mustafa Kemal Atatürk'ün beylik tabancasıdır. Devamlı yanında tutmuş olduğu kullanmış olduğu bir tabancadır. 122 yıllık bir tabanca. Belçika yapımı 38 kalibrelik toplu tabancadır.
muRu. Atatürk’ün gençliğinden beri çay yerine her zaman kahveyi tercih ettiğini biliyor muydunuz? Kahvesini şekersiz içmeyi seven Atatürk’ün bu alışkanlığı elbette bir tercih sebebi değil. Harp zamanı şeker bulmak imkansıza yakın olunca şekersiz kahve içmek de onun için bir alışkanlık olmuş. 1938 yılında hayatını kaybeden Atatürk’ün o dönemlerde yakınında bulunan dostlarından biri olan yazar Falih Rıfkı Atay “Çankaya” adlı yapıtında şunları yazıyor “Gazi 29 Ekim 1933 tarihinde, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yılında hastaydı. Halsizliği gözle görülür bir hal almıştı. Sabahlara kadar süren sofra sohbetlerinin eski neşesi kalmamıştı. Hayatının hiçbir devresinde şikâyetçi olmamış bu sarışın adam gün be gün karşımızda eriyordu.” 7 Eylül 1938 günü Prof. Dr. Fiessinger, Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ü muayene ettikten sonra kendisine şöyle der “Görüyorum ki, önerilerimi pek dikkate almıyorsunuz. Oysa sıhhatiniz her şeyden önemli. Sigarayı azaltmış olmanız çok memnuniyet verici, ancak yanında lütfen kahve içmeyin. Şu anda sizin için bir fincan kahve bir kadeh alkolden daha tehlikeli. Lütfen kahve içme alışkanlığından vazgeçelim.” “Tamam Doktor, siz nasıl istiyorsanız öyle yapalım. Ama son kahvemi birlikte içmeyi teklif ediyorum size.” “Emriniz olur. Biraz sonra kahveler gelir, biri şekerli diğeri şekersizdir. Gazi, Doktor’la sohbet ederek kahvesini içer ve bu kahve Atatürk’ün hayata veda etmeden önce içtiği son kahvedir. Doktor saraydan ayrıldıktan hemen sonra manevi kızı Sabiha Gökçen Hanım, nöbetçi doktordan izin alarak Paşa’nın odasına girer. Gazi, onu görür görmez hemen yanına çağırır. son-kahve “Gel Sabiha, gel çocuk. Sana bir sır vereceğim.” “Emredin efendim.” “Şu masanın üstündeki kahve fincanını görüyor musun?” “Evet, efendim.” “İşte o benim içtiğim son kahve… Profesör Fiessinger kahve içmemi kati surette yasakladı.” Sabiha Gökçen Atatürk’e ait olan kahve fincanını alarak odadan çıktıktan sonra tam 65 yıl bu kahve fincanını telvesiyle birlikte saklıyor. Atatürk’ün vefatından önce içtiği son kahve Fotoğrafını gördüğünüz telvesi üzerindeki bu kahve fincanı ise Atatürk’ün içtiği son kahvenin fincanı. Sevgili Sahiba Gökçen, vefat etmeden önce yazar Eriş Ülger armağana etmiş. Kahve, keyif ve yaşam platformu.
Kurgu Kuşağında öğrencilere anlatılan güzel hikayelerden bir tanesidir. Öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirme açısından önemlidir ki halihazırda klavuz kitabımızda bile bulunmaktadır... Atatürk ve 'Yürüyen Köşk'ü Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, tarımda modern teknikleri kullanılması, çevre üreticilere örnek olması ve onların nitelikli fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazi bir köşk yapılmıştır. Yalova Benim Kentim’ diyen Atatürk Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Yalova’ya 1936 yılındaki gelişinde Millet Çiftliği’ndeki köşkün pencerelerini zarar vereceği için yanındaki çınarın dalını kesileceğini öğrenir. Ağacın bir dalının bile kesilmesini istemeyen Atatürk köşkün ağaçtan uzaklaştırılmasını ister. Görev İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi’ne verilir. Sorumlu baş mühendis Ali Nuri ALNAR binanın temellerini açtırır. Temellerin altına zor ve çok yavaş ta olsa raylar döşenir. Bina rayların üzerinde doğuya doğru 4 m kaydırılır. 11 Ağustos 1936 günü yapılan bu işlemi yanında bulunan kız kardeşi Makbule ATADAN Hanım, Affet İNAN Hanım, Yunus Nadi ABALIOĞLU, Muhafız K. İsmail Hakkı TEKÇE, Yaver Nasuhi Bey ve diğer ilgililerle baştan sona izler. Atatürk 11 Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk Milletine bağışlar. Diğer tüm köşkler gibi Yürüyen Köşk’de halen müze olarak korunmaktadır. Atatürk’ün bir dalının bile kesilmesini istemediği Ulu Çınar ve yanındaki köşk, ağaç sevgisi ve çevre bilincinin de bir anıtı olarak ziyaretçilerini beklemektedir. Yürüyen Köşk Atatürk bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’ arazisi içindedir ve Enstitü Atatürk’ün 1920'li yıllarda gösterdiği Türk Tarımın ileri tekniklerle donatılması amacı doğrultusunda bilim, hizmet ve nitelikli materyal üretim amaçlı hizmetlerini sürdürmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu, bağımsızlığımızın baş mimarı Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 83. yılında saygı, minnet ve özlemle anıyoruz. Koç Holding’in bu yıl Ulu Önder Atatürk’ü Yalova’daki “Yürüyen Köşk’ün” hikâyesini anlatarak andığı videoyu siz Marmarisliler için paylaşıyoruz. Videonun hikayesi ise şöyle açıklanmış 2006 yılından bu yana her yıl 10 Kasım iletişimi ile Atatürk’ü anarken fikirlerini hatırlatan ve Cumhuriyet değerlerinin altını çizen Koç Holding, bu yıl Yalova’daki “Yürüyen Köşk”ün gerçek hikâyesini milyonlarla buluşturdu. Atatürk’ün talimatıyla ulu bir çınar ağacının dallarının kesilmemesi için koca bir köşkün yerinin değiştirildiğini anlatan bu gerçek hikâyeden ilham alınan filmde bahçıvan ve şoför arasında kurgulanan diyalog şu şekilde gelişiyor “Geçen gün buradaydı. Şu çınar ağacını kesecekken gördü beni. Kızdı da. Paşam, bu ağaç çok büyüdü, köşke de zarar vermeye başladı. O yüzden kesmek lazım’ dedim ama… Sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki onu kesmek istiyorsun! Ağaç kalsın, köşkü öte yana taşıyalım’ dedi. Ardından şoför şu sözleri söyler “Memlekete nefes olursan, memleketin nefesini de korursun elbet.” Film, Nazım Hikmet’in “Davet” isimli şiirinin sonundaki şu dizeler ile son buluyor “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine.” Yalova Yürüyen Köşk Yürüyen Köşk Yalova Atatürk Yürüyen Köşk Yürüyen Köşk Atatürk
Yalova’daki “Yürüyen Köşk’ün” Hikâyesi “Ağaç Kalsın, Köşkü Öte Yana Taşıyalım” Atatürk’ün pek çok örnek alınacak yanları var. Kitap okuma sevgisi, çocuklara verdiği değer, kadınlara verdiği değer, dans ederek oynaması, giyime verdiği önem, ülkeyi gençlere emanet ettiği fikri, özgür düşünen nesil diyen liderimizin bize verdiği özgürlük bilgisi, çağdaş eğitim ve “Türk Milleti Zekidir” diyen sözü… Bu yönlerini örnek alarak, bilgileri kendimize nakşediyorsak ne mutlu bizlere… Şimdi en etkili hikayesi olan Yalova’da yaşanan bu anlamlı hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Elimizdeki değerlere sahip çıkarak, koruyarak yaşamak gerekir. Elimizde senaryosu yazılmış bilgiler var. Bu bilgileri kullanmak hepimizin hakkı… 2006 yılından bu yana her yıl 10 Kasım iletişimi ile Atatürk’ü anarken; fikirlerini hatırlatan ve Cumhuriyet değerlerinin altını çizen bu Yıl Yalova’daki “Yürüyen Köşk”ün gerçek hikayesi… Atatürk’ün talimatıyla ulu bir çınar ağacının dallarının kesilmemesi için koca bir köşkün yerinin değiştirildiğini anlatan bu gerçek hikâyeden ilham alınan filmde bahçıvan ve şoför arasında kurgulanan diyalog şu şekilde gelişiyor “Geçen gün buradaydı. Şu çınar ağacını kesecekken gördü beni. Kızdı da. Paşam, bu ağaç çok büyüdü, köşke de zarar vermeye başladı. O yüzden kesmek lazım’ dedim ama… Sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki onu kesmek istiyorsun! Ağaç kalsın, köşkü öte yana taşıyalım.” Dedi. Ardından şoför şu sözleri söyler “Memlekete nefes olursan, memleketin nefesini de korursun elbet.” Film, Nazım Hikmet’in “Davet” isimli şiirinin sonundaki şu dizeler ile son buluyor “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü anarken, fikirlerini bir kez daha hatırlatıyor ve Cumhuriyet değerlerini anımsatıyor. “Atatürk’ü anlamak bu ülke için çok çalışmak ve üretmektir” adeta “sessiz bir saygı duruşu ile” her imzası haline gelen 1938’deki 8 rakamının sonsuzluk sembolü ile de Cumhuriyetin Kurucu Lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerinin ve ilkelerinin ilelebet yaşayacağı aktarılıyor. Atatürk’ün dehasının yanı sıra doğa ve dünya sevgisini de gözler önüne seren gerçek bir hikâye aktarılıyor. Atatürk’ün doğaya hassasiyetle yaklaşımının en güzel örneklerinden biri sayılabilecek 1930 yılından bu yana Yalova’da yer alan ve “Yürüyen Köşk” olarak anılan köşkün hikâyesi, Türkiye ile buluşturduğu filme konu oldu. Ahşap köşke zarar vermeye başlayan ulu çınar ağacının dallarının kesilmemesi için Atatürk’ün talimatıyla köşkün yerinin değiştirilmesini konu alan filmin hikâyesi bahçıvan ve şoför arasındaki kurgulanmış diyalog üzerinden şöyle aktarılıyor Bahçıvan “Geçen gün buradaydı. Şu çınar ağacını kesecekken gördü beni. Kızdı da. Paşam, bu ağaç çok büyüdü, köşke de zarar vermeye başladı. O yüzden kesmek lazım’ dedim ama… Sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki onu kesmek istiyorsun! Ağaç kalsın, köşkü öte yana taşıyalım’ dedi. Şoför “Memlekete nefes olursan, memleketin nefesini de korursun elbet.” Film, Nazım Hikmet’in “Davet” isimli şiirinin sonundaki şu dizeler ile son buluyor “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine. “8 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul Fen İşleri Yollar ve Köprüler Şubesi’nden gelen mimar ve mühendis ekipler tarafından başlatılan çalışma ile köşkün etrafı temel seviyesine kadar kazılır ve temelin altına tramvay rayları yerleştirilir. Öncelikle köşkün teras bölümü bir günde kaydırılır, geri kalan iki gün içinde de ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlanır ve bina metre kadar doğuya kaydırılır. Böylece köşk yıkılmaktan, ağaç dalı da kesilmekten kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı Yürüyen Köşk’ olur. Mustafa Kemal Atatürk, dönemin önemli Türk ve yabancı devlet adamlarını burada ağırlamış, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihine yön verecek önemli kararlarını yine bu köşkte almıştır. Atatürk köşke 1930-1937 yılları arasında aralıklarla gelip gitmiştir. Köşk, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun gün ve 12238 sayılı kararı ile korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıkları arasında sayılmış ve tescili yapılmıştır. Köşkün yürütülmesine sebep olan tescilli Çınar Ağacı hakkında 2015 yılında hazırlanan rapor neticesinde Doğu Çınarı Plantanus Oriantalis türündeki ağaç 390 yaşında ve sağlıklı olarak raporlanmıştır. 2006 yılında restorasyonu yapılarak halkın ziyaretine açılan köşk bugün Yalova’nın en gözde mekânı durumundadır. Köşkü yılda yaklaşık 50 bin kişi ziyaret etmektedir. Ayson Karabağ, 1990’lı yıllarda çalıştığı Sabah gazetesinde tanındı. Özellikle çıkardığı Seketer Dergisiyle, çektiği reklam filmleriyle tanınmaya başladığı yıl oldu. Sekreter Kılavuzu, Yönetici Sekreter’in El Kitabı, Reklamcılığa Yeni Bakış adlı kitapları çıkarmış ve Türkiye’de il il dolaşarak seminerler vermiştir
atatürkün orman sevgisi atatürkün doğa sevgisi ile ilgili anıları atatürk ün orman doğa ile ilgili şiir atatürk ün ağaç Orman, sevgiyle büyür ve sevgiyle korunabilir. Şüphesiz ki bu sevgiye sahip insanlar içinde Atatürk'ün yeri ayrıdır. Atatürk, "Ağaçsız orman ve ağaçsız toprak vatan değildir. Eğer vatan denen şey kupkuru dallardan, taşlardan, ekilmemiş alanlardan, çıplak ovalardan, kentlerden, köylerden oluşmuş olsaydı onun zindandan hiçbir farkı olmazdı" diyor. İnsanları ağaç sevgisi aşılanmadığı sürece önlemler yetersiz kalır. Bir çınarın, bir dalının kesilmemesi için köşkün yer değiştirildiğini bilmeyenler var mı bilmiyorum? Halkın günümüzde "Yürüyen Köşk" olarak isimlendirdiği köşk Yalova'dadır. Deniz kenarında, 13 Eylül 1929 tarihinde Atatürk'ün yazlık köşklü olarak inşa edilmiştir. Atatürk, 1936 yılında gittiği yazlık köşkün bahçesinde ağacın dalını kesmeye çalışan bir bahçıvanla karşılaşır, hemen durdurur ve kesimin nedenini öğrenmek ister. Bahçıvanın gerekçesi ağacın gelişip uzayarak köşkün duvarlarına dayandığıdır. Dallar yapının penceresinden içeriye girmeye başlamıştır. Ağacın dalının kesilmesine razı olmayan Atatürk ağacın dalının kesilmemesini binanın uzaklaştırılmasını emreder."Ağaç kesilmeyecek, köşk kaydırılacak" der. Verilen emir üzerine, 8 Ağustos 1936 tarihinde, önce bina çevresindeki toprak, büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul'dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim, santim çalışılarak, bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur. Bir yaz günü Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Hanım ve Yunus Nadi ile görevlilerin hazır bulunduğu 10 Ağustos 1936 günü bina m kaydırılarak çınardan uzaklaştırılır ve çınarı dalı kesilmekten kurtarılır. Her bir karesinde tarih yazılan ve onlarca kararın alındığı "Yürüyen Köşk", günümüzde, Atatürk'ün kullandığı son derece mütevazi oda takımları ile çınarın gölgesinde durmakta ve müze olarak kullanılmaktadır. Afet İnan; Çankaya köşküden meclis binasına giderken o günün Ankara'sında bir tek iğde ağacı vardı, diye yazıyor. Atatürk, onun önünden geçerken arabasını durdurup iner, selam verirmiş. Neden böyle yaptığı sorulunca 'O, yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bunun da selama hakkı var.' Bir gün bir de bakıyor, ağaç kesilmiş. Yolu genişletmek için kesmişler. 'Yahu', diyor, 'bana sorsaydınız o ağacı kurtaracak yol bulurdum.' Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngür hüngür ağlıyor. Falih Rıfkı Atay "Babamız Atatürk" kitabında, kendi ağzından dinlediğini, birgün kurmay başkanı İsmet Bey'le Diyarbakır çöllerinde atla giderken Musrafa Kemal'in "Çabuk bana yeni bir din bul. Ağaç dini...Bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsun" dediğini, Atatürk'ün çiftlik dağlarının ormanlaşması ile bizzat uğraştığını, hemen hemen her ağaçta hakkının olduğunu, nerede bir söğüt görse pikniğe gittiğini yazmaktadır. Yine Falih Rıfkı Atay; Atatürk'ün doğa sevgisini şöyle anlatıyor Atatürk, tabiatı ve ağacı çok severdi. Atatürk Orman Çiftliği'ni boz topraktan ormanlık haline getirdi. Ağaçların dikilişini, duruşunu, büyüyüşünü adım adım izledi. Akköprü tarafından Çiftliğe giden yolun etrafındaki boş topraklar meyvelik olmuştu. Bir gün bu meyvelikten geçerken birdenbire şoförüne; "Dur!" dedi. Arabadan inerek orada bulunanlara; "Burada bir iğde ağacı vardı. Ne oldu?" diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk'ün biraz önceki neşesi kalmamıştı. Yol boyunca hep iğde ağacını aradı. "İğde, yaşlanmış ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşıyordu. baharda güzel kokular veriyordu" diye sızlandı. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'le ilgili anılarını kaleme aldığında, "Evet, ben de hatırlıyorum; bu iğde ağacının sökülüp atılması ona çok dokunmuştu; ağacın yerine daha güzeli dikilmek üzere kesilmiş olması gerçeği bile onu teselli edememişti. Bu acıklı olayı uzun zaman unutamadı... Her sözü edildikçe hayıflanır, yapanlara karşı kırgınlığını belirtildi" diye yazmaktadır. Çankaya'da bahçedeki ağaçlar büyür ve çok yaşlı bir ağaç Atatürk'ün geçeceği yolu kapatır. Ağacın bir yanı havuz, bir yanı dik bir yokuştur. Atatürk ağaca yaslanarak güçlükle karşı tarafa geçmektedir. Bahçenin bakıcısı "Emrederseniz hemen keseyim, efendim" der. Atatürk bahçıvanın yüzüne bakar, "Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin?" der ve ağacı kestirmez. Afet İnan, "Hatıralar ve Belgeler" adlı kitabında; "Mustafa Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur. 'Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat. Arzum, yeşillik ve ağaçlık ve de yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır' diyen sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor." diye yazmaktadır. Kendi adını taşıyan Atatürk Bulvarı'na çam fidanları dikildiği vakit pek sevinmiş, "Bunlar tutarsa, Ankara'nın yaz kış yeşil duracak bir tabiat zenginliği olacak" demiştir. Atatürk, bir gün, İstanbulun eski vali ve belediye başkanlarından Muhittin Üstündağ ve Afet İnanla birlikte boğazda bir motor gezisinde Salacak önlerinden geçerken; "bu güzel yerleri ağaçlarla bir kat daha güzelleştirmek için İstanbul Belediye Başkanı olmak istiyorum" diyerek Valinin ağaçlandırma yapmasını imalı bir şeklide ifade eder. Atatürk; ağaç sevgisi ve yeşile olan tutkusunu şu sözlerle ifade eder. "Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demektir. Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin..... Son arzum yeşillik ve ağaçtır. Fakat yaz ve kış yeşil olan ağaçlar arasında olmaktır. Son arzum, vasiyetim gerek ziraat ve gerek memleketin servet ve sıhhat-i umumiyesi nokta-yı nazarından ehemiyet-i muhakkak olan ormanlarımızı da asrî tedavi ile üst seviyede bulundurmak, temsil etmek ve azamî ifade ile temin etmek esas düsturlarımızdan biridir." Söğütözü'nde dinlenmeyi severmiş Birgün sohbet sırasında, 'Ah, şurada bir kulübem olsa ama de kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne olacak?" diye söylenmiş. Etrafında bulunanlar "'Aman Paşam, bunlar söğüt ağacı, o gönülsüz ağaçtır, söker başka yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Atatürk bir an düşünmüş, sonra 'Buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, tuttuklarını göreceğim, o zaman kulübenin yapımına izin veririm' demiş. Ağaçlar başka yere dikilmiş ve hepsi tutmuş. Ağaçların yerine küçük bir kulübe yapılmış. Çankaya'nın ağaçlandırılmasında da Atatürk'ün büyük emeği vardır. Atatürk; İstanbul'da iken, Çankaya Köşkü'nde yapılan genişletme çalışmaları sırasında, büyük bir ağaç kesilmek zorunda kalınmış. Yaz bitiminde dönüşte Atatürk, bu ağacın yokluğunu hemen anlamış. "Şu yanda bir ağaç vardı, ne oldu?" diye sormuş. Kimsede bu soruyu yanıtlayacak cesaret olmamış. "Yazık, çok yazık... Yahu bu iş ağaca dokunulmadan yapılamaz mıydı sanki? Bana söyleseydiniz bir çaresini bulurdum" demiş ve öfkelenip yeni yapıya girmeden geri dönmüş. Atatürk, yalnız doğayı sevmekle kalmamış, ağaçları, yeşili, çiçekleri de koruması altına almıştır. Bir gün Sabiha Gökçen'e "Sabiha kızım, ben hayattayken çiçeklerimle kendim meşgul oluyorum. Onlara bakıyorum, baktırıyorum. Biz bakmasak dilleri mi var bizden su isteyecek, gübre isteyecek, ışıklı bir yer ya da gölgelik isteyecek?" der. Bir keresinde de bir dal badem baharını vazo içinde gördüğünde Afet İnan'a yakınmış. "Bahar gelmiş ne güzel, fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak ve sade bizim birkaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek, ne yazık!". Değil ağaçların kesilmesi, Çankaya'daki eski köşkün önüne dikilmiş akasya ağaçlarını bahçıvanın biraz fazla budaması bile onu üzüntüye boğmaya yetiyormuş. Atatürk, bir ağaç dalının kesilmesine rıza göstermeyecek kadar yeşili ve ağacı severmiş. Türklerin Orta Asyadan kuraklık ve ağaçsızlık yüzünden göç ettiklerini pek iyi bildiği için ağaca karşı, sevgi ve saygı gösterilmesini teşvik etmiş ve "Orman servetlerimizin korunmasına, lüzumuna ayrıca işaret etmek isterim. Ancak burada mühim olan koruma esaslarını memleketin tüm ağaç ihtiyacını devamlı olarak karşılaması icap eden ormanlarımızı muvazeneli ve teknik bir suretle işleterek istifade etmek esasıyla makbul bir şekilde teyid etmek mecburiyeti vardır" demiştir. İşte ağaç sevgisi budur. Nedense bunlar bize öğretilmiyor. Bir zamanlar bir dalın bile kesilmesine izin verilmezken, günümüzde talan edilen, yakılan, villalara peşkeş çekilen yeşil varlıklarımız her geçen gün azalmaktadır. Orman sevgiyle büyür ve sevgiyle korunur. Bütün ülkeler ormanın korunması için yeni teknolojik önlemler almaktadır. Ama herşeyden önce ağaç ve orman sevgisini aşılamaktadırlar. Yeterli orman sevgisi toplumda yer bulursa, yangın çıkmaz, talan olmaz ve ormanlar yok olmaz.
atatürk ün ağaç sevgisi hikayesi